29 Aralık 2014 Pazartesi

16 YAŞINDA BİR ÇOCUKTAN HEM KAHRAMAN HEM DE HAİN İLAN EDEN BİR MİLLETİZ

16 yaş için çocuk mu diyelim yetişkin mi? 16 yaşında bir birey siyasi fikirlere sahipse bu onu çocuk olmaktan kurtarır mı? Hatta sahipten öte bu siyasi fikirlerini eline megafonu alıp tüm dünyaya ilan edecek kadar özgür hissediyorsa çocukluktan çıkmış mıdır ya da artık ülke birliğini ve bölünmezliğini tehdit eden tehlikeli bir çocuk mudur? Sadece eline megafonu alıp sokaklarda fikirini beyan ettiği için tehlikeli midir? Bu fikir olayını açarsak. Bugünün Cumhurbaşkanı  yani ülkenin en çok tartışılan siyasi figürü hakkındaki düşüncelerini açıklaması gerçekten suç mudur?



Söylediği cümleler için küfür içermeyen, bugün ülkenin yarısının doğru olarak kabul ettiği, üstüne mecliste komisyon kurulmuş,Türkiye ve dünya basınında geniş yer almış,çeşitli kayıtlar ve delil olduğu düşünülen tape lere dayalı bir suçlama diyebiliriz. Bu gerçekten bir çocuğun okulundan alınıp tutuklanmasına yetecek kadar büyük bir suç mudur? Bu soru için ben cevap vermeyip bu yazıyı okuyanların vicdanına bırakmak istiyorum.

Benim asıl üstünde durmak istediğim;16 yaş bir siyasi düşünceye sahip olmak ve o düşüncenin arkasında durabilecek yeterli bilgi ve birikime sahip olunacak bir yaş mıdır gerçekten? Bugün siyaset hakkında konuşacaksak ve insanların konuştuklarımızı dikkate almasını istiyorsak çok derin bir tarih bilgisi olması gerekmez mi? Tarihten kastım bilimsel anlamda olanı, bu körü körüne kendi ırkına, milletine ya da dinine bağlı anlatılan tarihten bahsetmiyorum. Tarihin yanında sosyal yapıyı anlayabilmek gerekir. Ekonomilerin de siyaseti nasıl yönlendirdiğini göz önüne alırsak, az buçuk ekonomik gelişmeleri de takip ediyor olmak gerekiyor. Şimdi bunların ışığında Sevgili M.E.A nın durumuna bakarsak.... Bir kesimi çok kızdırmış bir kesimi ise çok memnun etmiş oldu.16 yaşında kendisini hiç tanımayan milyonlar tarafından hem büyük suçlu ilan edildi hem de kahraman

Acaba savunduğu söylemlerin ne kadar bilincinde. Buradan kastım birilerinin yönlendirdiği ya da beyin yıkandığı değil. Sadece kendi kurduğu cümlelerin getirdikleri ya da götürdüklerinin ayırımında mı acaba? Bazı doğru cümleler doğru zamanda ve doğru yerde söylenmediği sürece hiç bir anlam ifade etmez. Bugün bu söylemiyle ünlü oldu. Peki çok değil 1 yıl sonra biz bu arkadaşı hatırlayacak mıyız? Hiç sanmıyorum. Kahraman ilan edenler de hain ilan edenler de çok kısa bir süre sonunda unutacaklar ama bu çocuk hakkında açılan yasal süreç devam ediyor olacak. Belki de ceza alacak hem de 16 yaşından sonrasına maal olacak cezalar.

16 yaşında bir çocuğu kahraman ya da hain ilan edenler söylemlerinize bir daha bakınız. Karşınızdaki sadece 16 yaşında büyük ihtimalle fikirleri, duyguları ve hatta hayata karşı duruşu oturmamış bir birey. Bu yaşta bir çocuğa bu kadar ağır sorumluluklar ya da suçlamalar yüklemek ne kadar doğru. Bu ülke bu yaşlarda çok çocuk verdi... Olan arkada kalan anne babalara oldu. Savunan ya da savunmayan herkes için ricam sağduyu.... 
Devamını Oku »

22 Aralık 2014 Pazartesi

TESADÜF MÜ STRATEJİ Mİ 2




ZENGİNLİĞİNİ KENDİSİ YARATMIŞ BİR  KADIN ROSALIA MERA 

Rosalia Mera 11 yaşında terzilikle hayata başladı. 2013 de 69 yaşında vefat ettiğinde arkasında 21 milyar dolar ciroya sahip bir firma bıraktı.

Ve evet anlaşıldığı üzere tesadüf mü strateji mi konusuna bugün İspanyol tekstil markası Zara’nn kurucusu Rosalia Mera konuk.

Henüz 11 yaşında terzilikle iş hayatına başladı. 20'li yaşlarında hazır giyim girişimcisi olacak birikime sahipti artık. O zamanki eşi Amancio Ortega ile hazır giyim işine girdi. 1975’de eşi ile beraber İspanya’da Zara adını verdikleri ilk mağazalarını açtılar. Mağazanın ismi ise izledikleri bir filmden esinlenilmiş.

Zara İspanya’da büyümeye başlayınca çift başka markalar üretmeye başladı ve 1985’de Inditex’i kurdular. 2001’de Mera şirketi halka açarak daha hızlı bir büyüme kaydetti. Hatta 1998 ile 2002 arasında dünyanın en hızlı büyüyen firması oldu. Massimo Dutti, Bershka gibi markalar da dahil olmak üzere bünyesinde 8 markayı barındıran Inditex 21 milyon dolar ciro ile 2012’de dünyanın en büyük hazır giyim firmalarından biri oldu.


FAST FASHION

Roselia Mera, Zara ile “fast fashion-hızlı moda” kavramının en önemli temsilcisi olarak anılmakta. Peki nedir bu “fast fashion-hızlı moda”? Moda trendlerini belirleyen defilelerde sergilenen ürünlerin uygun fiyatlarla en hızlı şekilde müşteriye ulaştırmaktır.

Mera, Forbes zenginler listesinde 6.1 milyar dolar servetiyle yer aldı.  Ve en önemli ayrıntı bu servetiyle dünyada bu zenginliği kendisi yaratmış yani kendisine miras kalmamış en zengin kadın ünvanını almıştır.

Roselia Mera'nın hayatı da  bize doğru zamanda doğru atılmış adımların başarıdaki payını gösteriyor. Sanırım Mera'nın cesareti de birçok girişimciye ilham verecek cinsten.

Tesadüf Mü Strateji Mi başlığı altında yazdığım ilk yazıma buradan ulaşabilirsiniz.
Devamını Oku »

12 Aralık 2014 Cuma

TESADÜF MÜ STRATEJİ Mİ 1



Öyle markalar var ki bugün dünyanın her yerinde her kesimi tarafından kullanılıyor ve  bu markaların yaratıcıları bugün dünyanın en zenginleri arasındalar. Peki bir markanın başarısı sadece tesadüf mü yoksa tamamen bir hesap işi midir? Bu soruya cevap bulmak için bazı markaları incelemeye karar verdim. Bugün dünyada önde gelen spor markalarından Nike ile başlayalım.


Nike 1972’de Bill Bowerman ve Phil Knight tarafından kuruldu. Bill Bowerman atletizm koçu, Phil Knight ise onun çalıştırdığı atletlerden biridir. Bill Bowerman sporcuların daha iyi koşması için spor ayakkabıları üzerinde kafa yormaktadır zaten. Phil Knight ise Stanford’da bir MBA öğrencisi. Bowerman’ın tasarladığı ayakkabılar Japon firması olan Tiger’a ürettirip, Amerika’da satmaya başlarlar. 1972’de ürünleri için dikkat çekici bir logoya ve isme ihtiyaçları vardır. 

SWOOSH

Gelelim Nike’ın meşhur logosu ‘Swoosh’un hikayesine... Logo tasarlaması için Carolyn Davidson adında bir grafik tasarım öğrencisi ile anlaşılır. Carolyn Davidson bu logo için 17 saat çalıştığını söylüyor ve ekliyor bu logo için Phil Knight sadece 35 dolar ödemiş. Kendisi o zamanlar henüz telif hakkı gibi mevzulardan habersiz. Nike ilerleyen yıllarda dünya çapında bu logo ile tanınmaya başlayınca Phil Knight ‘ın vicdanı rahat etmemiş olacak ki Carolyn Davidson’ı bir öğle yemeğine davet eder. Aslında Davidson için bir sürpriz hazırlanmıştır. Onun adına tasarlanmış Nike logolu pırlantalı altın bir yüzük ile bir miktar Nike hissesi (miktarı açıklanmamış)  hediye edilir.

Gelelim isim konusuna... Phil Knight o zamanki 45 çalışanından firma için birer isim ister. Çalışanlardan Jeff Johnson’un önerdiği “Nike” ismi seçilir. Aslında anlamına bakarsak belki de seçilebilecek en güzel isim seçilmiş. Çünkü Nike, Yunan Mitolojisinde zafer tanrıçasıdır. Nike, insan görünümünde çok hızlı koşma ve uçma yeteneğine sahiptir. Belki gidenler görmüştür. Zafer Tanrıçası Nike ‘a ait heykel 1884’den beri Paris Louvre Müzesi’nde sergilenmekte.

Aslında asıl hikaye buradan sonra başlamakta. Bence Nike’ın başarısında reklamlara verilen önemin katkısı çok büyük. 1984’de Phil Knight Micheal Jordan’a sponsor olmayı kabul eder ve onun için ‘Air Jordan’ adını verdikleri renkli ayakkabılar üretilmeye başlanır. O zamanlarda NBA ‘de oyuncuların renkli ayakkabı giymesi yasaktır ancak Jordan her maçta bu ayakkabıları giyer ve her maç için de 5000 dolar para cezası alır. Bu cezaları Phil Knight ödemektedir çünkü Phil Knight amacına ulaşmıştır. Amerika Jordan’ın ayakkabılarını konuşmaya başlar.

Nike’ın reklamlara verdiği önem kadar bilinen büyük gerçeklerden biri de neredeyse ürünlerinin tamamını iş gücünün ucuz olduğu yerlerde üretiyor olması. Nike bu davranışıyla zaman zaman protestoların odağı olmuştur. Çocuk işçi çalıştırması, işçilerin kötü şartlarda uzun saatler çalışıyor olması halen tartışılan konular. Hatta belli bir dönem protestolar yüzünden Nike satışlarında ciddi azalmalar da yaşanmıştır. Bazı Sivil Toplum Örgütleri’ne göre bir ayakkabı maliyeti hesaplandığında işçiye ayrılan maliyet çok az kalmakta.

Bu konular her ne kadar tartışılsa da, zaman zaman Nike gündeme bu konularla gelse de Nike dünya piyasalarında ulaşmak istediği yerde.

Şimdi ilk sorumuza dönersek? Nike’ın hikayesine bakınca doğru zamanda doğru adımların atılmış olması göze çarpıyor. Bu durumda bu başarıya tesadüf demek benim için çok zor ama tabi bakış açısına göre bu fikir değişebilir. 
Devamını Oku »

8 Aralık 2014 Pazartesi

Her Yıl Kuşlar Geri Gelir

Geçtiğimiz günlerde Ankara’da 19. Uluslararası Tiyatro Festivali vardı. Hangi oyuna bilet alsam diye düşünürken taa çocukken 7 Numara’da tanıyıp sevdiğim ve izlemeye doyamadığım Şebnem Sönmez’i görünce dedim bu fırsat kaçmaz. Oyunun tanıtım bültenini  (aşağıda) de okuduktan sonra tamamdır dedim ve bileti aldım.

Oyuna gideli aslında iki hafta oldu ama ben hala izlediğim oyundaki parçaları birleştirmeye çalıştığım için yazmakta geç kaldım. Oyun boyunca kendimi türkçe dublajlı yabancı bir film izlerkenki duyduğum rahatsızlığa benzer bir ruh hali içerisinde buldum. Hani bazen tepkiler falan görüntüden daha abartılı bir ses tonuyla gelir ya da ses ile görüntü bir türlü oturmaz ya hep eksiktir bir şey. Bu hissin sebebi oyunculuktan mı yoksa çeviri bir oyun olması mı gerçekten çözemiyorum.

Bir de galiba oyun tam olarak benim beklentimi karşılayamadı.  Tanıtım bülteni ve oyunun Şinasi’de sahnelenecek olması beni çekti. Özellikle Ankara’da son günlerde Şinasi Sahnesi’nin yıkılacak yerine de otel, alışveriş merkezi, otopark ve benzeri  (artık hangisi bilmiyorum) bir yapının yapılacağı dedikodusu dolanırken; oyun için tam zamanı ve yeri diye düşünmüştüm.

Sadece bir  bina  ya da  park olmaktan çıkmış, bir ruha bürünmüş mekanları artık kullanışsız diye yeniliyoruz, geliştiriyoruz diyerek o mekanların değiştirilmesini ben kabullenemiyorum ve bu değerlerin birer birer kayboluşunu iliklerime kadar zaten hissediyorum. Benim oyundan beklediğim bu durumun bize, değerlerimize ve geleceğimize vereceği zararların farkında olmayan; farkında olsa bile duyarsız kalan insanlara ulaşabilmesiydi ancak ben bu anlamda çok yetersiz buldum. Bir iki sahnede yıkılacak çok eski bir alışveriş merkezinden bahsedildi ve orada herkesin anısı olduğu geçti o kadar.

Oyunda alakasını hala kuramadığım çok detay var. Verdiği mesajlar  güzeldi ama çok havada kaldığını hissediyorum. Misal bir birinin aynısı kutu gibi evlere tıkıldık ve eski komşuluklar yerine komşuculuk oynuyoruz mesajı tam yerindeydi ancak kadının komşusunun kocasıyla yaşadığı ilişkisiyi hikayede bir yerlere oturtamıyorum.Yıkım uzmanı Ned'in spor yapmasını ve bu esnada yaşadığı acıyı da hikaye ile bağdaştıramadım.

Yalnız ilerde bahçeli bir evim olursa ilk işim kuş havuzu alıp bahçeme koymak ve kuşları beklemek olacak. Hikayenin bu kısmını oyunu izleyenler hatırlayacaktır.

Beklentimi karşılamasa bile ben gittiğimden dolayı pişman değilim çünkü tiyatronun bende yeri hep farklıdır.Tiyatro biletlerimi bile atamayacak kadar değerli benim için. Her oyun bende farklı bir tat bırakır ve bence her oyunda bir emek vardır. Dilerim daha çok tiyatro salonlarımız daha çok festivallerimiz  olur.

Tanıtım Bülteninden:
Kutu kutu evler ve avuç içi bahçelerde yaşayan sıradan insancıklar, yaşamdan bir pay alma çabasındalar... Kent yaşamında "artık işe yaramaz" olarak belirlenen yapılar, sevinç çığlıkları eşliğinde "patlatılarak" yerle bir edilirken, bunların içinde hastanelerin, kültürel değer taşıyan yapıların olması da yadırganmıyor... Böylelikle yeni AVM'ler ve başka rant merkezlerine yer açılıyor, ya... Kahramanlarımızdan "yıkım uzmanı" Ned, işindeki başarısından kıvanç duyuyor... Ortadan birer birer yok oluveren kimi eşyaların gizi çözülemiyor... Çitle ayrılmış minicik bahçelerde barbekü partisiyle başlayan komşuculuk oyunları, kendi çapında bir başka patlamaya mı gebe?... "Bahar nerdeyse oraya gitme" düşü gerçekleşir mi?... Kuşlar bu yıl da geri gelir mi?
Devamını Oku »